TASAVVUF
Vehhâbîlik dininin en belirgin özelliklerinden birisi de Tasavvuf'u inkârdır. Resulullah Aleyhisselâm'ı kabul etmeyen, onun vekili olan veliyi veya velileri mi kabul edecek?
Halbuki Allah-u Teâlâ sevdiği ve seçtiği Evliyâullah Hazerâtı'nı Âyet-i kerime'sinde beşeriyete şu şekilde tanıtmaktadır:
"İyi bilin ki, Allah'ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır." (Yunus: 62)
Vehhâbîler velileri inkâr etmekle bu Âyet-i kerime'yi ve buna benzer Âyet-i kerime'leri de inkâr etmişlerdir, bu bir küfür değil midir?
Hıristiyanların müslümanlığa yönelmelerinin daha çok tasavvuf yoluyla olduğunu gören İngilizler, İslâmiyet'e darbe vurmak için Vehhâbîler'i bu yolla maşa olarak kullandılar.
Oysa Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'dan sonra kime tâbi olunacağını şöyle emir buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Allah'tan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz!" (Tevbe: 119)
İşte size emr-i ilâhî ile sapıklığı böyle açık açık izah ediyoruz, uzun uzun anlatıp ispat ediyoruz. Allah-u Teâlâ kime nasip ederse bunları görür, hidayete erer, müslüman olur. O'nun nur vermediği kimse küfr-ü inadında kalır. O da kendi aleyhine.
Tasavvufun başlangıcı Resulullah Aleyhisselâm'ın ve Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı'nın yaşayışlarında görülmektedir. Bazılarının zannettiği gibi Resulullah Aleyhisselâm'dan sonra başlamış olmayıp, doğrudan doğruya onun zuhuru ile zâhir olmuştur.
Kaynağı Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'lerdir.
Tasavvuf, İslâmî ilimlerin özü ve kaynağıdır. Esrar odasının ilâhî sırlarına mazhar olabilmek ve hakikati anlamak için kurulmuş ilâhî bir ilim-irfan mektebidir. Bu tahsil sayesinde bütün ilimlerin özüne inilir.
Allah-u Teâlâ zâhirî ilimlerin öğrenilmesi için yeryüzünden âlimleri eksik etmediği gibi, bâtınî ilimleri öğretmek için de tarikat ehlini eksik etmemiştir. Her zaman için mürşid-i kâmil bulundurmaktan âciz değildir.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk'a iletirler ve hak ile hüküm verirler." (A'râf: 181)
Bu tertemiz vazife mânevî bir miras olarak nebilerden âlimlere intikâl etmiştir. Buradaki âlimlerden murad, kibâr-ı evliyâullah'tır.
Tarikat, kelime mânâsı itibarı ile "Yol" demektir. Tasavvuf dilinde ise; "Allah-u Teâlâ'yı bilmek, bulmak ve O'na yaklaşmak için takip edilecek ibadet yolu" mânâsına gelir.
Lüzumu Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle ispat edilmiştir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik." buyuruyor. (Mâide: 48)
Fahrüddin-i Râzi -rahmetullahi aleyh- Hazretleri ve diğer bazı müfessirler bu Âyet-i kerime'ye:
"Ey kullarım! Sizin her birinize iki şeyi vâcip ettim. Evvelâ şeriat, sonra da tarikat." mânâsını vermişlerdir. Çünkü "Minhac"ın kelime mânâsı "Münevver bir yol" demektir.
"Minhac" kelimesinden kastedilen münevver yol "Şeriatın güzelliklerinin bütünü" olduğuna göre, şeriat yolun başı, tarikat da devamıdır.
Ve münevver yol Asr-ı saâdet'ten bu güne, Pirân-ı izam -kaddesallahu esrârehüm- Hazerâtı'nın el ve gönüllerinde zamanımıza kadar teselsülen gelmiştir. Bu silsile-i celîle-i âliye tevatür ile sabit olmuştur. Her devirde büyük bir İslâm cemaati tarafından doğruluğu tasdik edilmiştir.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Tevatür ile dinde sabit olanı inkâr etmek küfürdür." buyururlar.
Tarikat-ı aliye'ye dahil olan bir sâlik:
"Nefsini temizleyen kurtulmuştur." (Şems: 9)
Âyet-i kerime'sinde buyurulduğu üzere kalbini mâsivânın bataklık ve bulanıklıklarından temizleyerek mârifet evi ve muhabbet yurdu hâline getirir.
Tarikat, şeriat-ı mutahharanın hâdimidir, yardımcısıdır. Abdest, temizlik, taharet, namaza hazırlık olduğu gibi; tarikat da kalbi temizleyip huzura hazırlar.
Bir insan zâhirini süslemek için Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz'in şeriatına; bâtınını ziynetlendirmek, iç dünyasını nurlandırmak için de tarikatına ittiba eylemelidir. Şeriatla dış nizam, tarikatla da iç nizam tesis edilir.
Tarikat-ı aliye'ye dehalet etmekten maksat, şeriatte inanılması gereken şeylere karşı yakîn hâsıl olmasıdır. Hakiki iman da budur.
Mesela Allah'ın varlığını önce işiterek inanan insan; bularak, anlayarak inanmaya başlar, imanı kemâle erer.
Diğer taraftan ibadetleri yapabilmek için nefs-i emmâreden ileri gelen güçlükler ortadan kalkar, ibadetler kolaylıkla ve seve seve yapılır.
İlim ve hakikat âleminde imanın kemâlleşmesine büyük bir âmil, zühd ve takvâ ile başlayıp olgun dimağlarda bir felsefe olan tasavvufun; bir takım müfsid telakkiler altında zan, nam ve menfaatler sebebiyle sâfiyeti ve aslı kaybettirilmeye çalışılmıştır.
Bu münevver yolun hakikat erleri din uğruna malları ile, canları ile, aç-susuz olarak sırf Allah için uğraşmışlar, hem ibadet, hem de mücadele-mücahede etmişler, bu surette İslâm birliğini bozacak en ufak bir fitnenin dahi meydan bulmamasına gayret sarfetmişlerdir.
Çünkü onlar Allah-u Teâlâ'nın biricik Habib-i Ekrem'i Muhammed Aleyhisselâm'ın ahlâkı ile ahlâklanmışlar, tabiatı ile tabiatlanmışlardır. Tam bir teslimiyet, kuvvetli bir iman ile bağlanmışlar, onun izini ve prensiplerini takip etmektedirler.
Bugünkü bu bunalım içinde hayat bulan yine onlardır. Huzur ve saâdet onlarda vardır.
Ey Vehhâbîler! Önünüze bunca Kelâmullah serildiği halde; hafife almanız, kendi zannınıza çevirmeniz, hükümsüz saymanız sizi doğrudan doğruya küfre götürür. İsterseniz küfrü tercih edin, isterseniz iman edin, Allah-u Teâlâ'nın emir ve hükümlerine tâbi olun.
Allah-u Teâlâ'nın bu kadar güzel beyanları olduğu halde insanları Allah yolundan alıkoymanız, onları sapıtmanız, Allah-u Teâlâ'nın dininden ayırıp Vehhâbîlik dinine sokmanız; hem Allah-u Teâlâ'yı gadaplandırmış olmaktadır, hem de hakikatten ayrılıp dalâlete sapmanıza sebep olmaktadır.
Vehhâbîlik dininin en belirgin özelliklerinden birisi de Tasavvuf'u inkârdır. Resulullah Aleyhisselâm'ı kabul etmeyen, onun vekili olan veliyi veya velileri mi kabul edecek?
Halbuki Allah-u Teâlâ sevdiği ve seçtiği Evliyâullah Hazerâtı'nı Âyet-i kerime'sinde beşeriyete şu şekilde tanıtmaktadır:
"İyi bilin ki, Allah'ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır." (Yunus: 62)
Vehhâbîler velileri inkâr etmekle bu Âyet-i kerime'yi ve buna benzer Âyet-i kerime'leri de inkâr etmişlerdir, bu bir küfür değil midir?
Hıristiyanların müslümanlığa yönelmelerinin daha çok tasavvuf yoluyla olduğunu gören İngilizler, İslâmiyet'e darbe vurmak için Vehhâbîler'i bu yolla maşa olarak kullandılar.
Oysa Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'dan sonra kime tâbi olunacağını şöyle emir buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Allah'tan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz!" (Tevbe: 119)
İşte size emr-i ilâhî ile sapıklığı böyle açık açık izah ediyoruz, uzun uzun anlatıp ispat ediyoruz. Allah-u Teâlâ kime nasip ederse bunları görür, hidayete erer, müslüman olur. O'nun nur vermediği kimse küfr-ü inadında kalır. O da kendi aleyhine.
Tasavvufun başlangıcı Resulullah Aleyhisselâm'ın ve Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı'nın yaşayışlarında görülmektedir. Bazılarının zannettiği gibi Resulullah Aleyhisselâm'dan sonra başlamış olmayıp, doğrudan doğruya onun zuhuru ile zâhir olmuştur.
Kaynağı Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerif'lerdir.
Tasavvuf, İslâmî ilimlerin özü ve kaynağıdır. Esrar odasının ilâhî sırlarına mazhar olabilmek ve hakikati anlamak için kurulmuş ilâhî bir ilim-irfan mektebidir. Bu tahsil sayesinde bütün ilimlerin özüne inilir.
Allah-u Teâlâ zâhirî ilimlerin öğrenilmesi için yeryüzünden âlimleri eksik etmediği gibi, bâtınî ilimleri öğretmek için de tarikat ehlini eksik etmemiştir. Her zaman için mürşid-i kâmil bulundurmaktan âciz değildir.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk'a iletirler ve hak ile hüküm verirler." (A'râf: 181)
Bu tertemiz vazife mânevî bir miras olarak nebilerden âlimlere intikâl etmiştir. Buradaki âlimlerden murad, kibâr-ı evliyâullah'tır.
Tarikat, kelime mânâsı itibarı ile "Yol" demektir. Tasavvuf dilinde ise; "Allah-u Teâlâ'yı bilmek, bulmak ve O'na yaklaşmak için takip edilecek ibadet yolu" mânâsına gelir.
Lüzumu Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle ispat edilmiştir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik." buyuruyor. (Mâide: 48)
Fahrüddin-i Râzi -rahmetullahi aleyh- Hazretleri ve diğer bazı müfessirler bu Âyet-i kerime'ye:
"Ey kullarım! Sizin her birinize iki şeyi vâcip ettim. Evvelâ şeriat, sonra da tarikat." mânâsını vermişlerdir. Çünkü "Minhac"ın kelime mânâsı "Münevver bir yol" demektir.
"Minhac" kelimesinden kastedilen münevver yol "Şeriatın güzelliklerinin bütünü" olduğuna göre, şeriat yolun başı, tarikat da devamıdır.
Ve münevver yol Asr-ı saâdet'ten bu güne, Pirân-ı izam -kaddesallahu esrârehüm- Hazerâtı'nın el ve gönüllerinde zamanımıza kadar teselsülen gelmiştir. Bu silsile-i celîle-i âliye tevatür ile sabit olmuştur. Her devirde büyük bir İslâm cemaati tarafından doğruluğu tasdik edilmiştir.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Tevatür ile dinde sabit olanı inkâr etmek küfürdür." buyururlar.
Tarikat-ı aliye'ye dahil olan bir sâlik:
"Nefsini temizleyen kurtulmuştur." (Şems: 9)
Âyet-i kerime'sinde buyurulduğu üzere kalbini mâsivânın bataklık ve bulanıklıklarından temizleyerek mârifet evi ve muhabbet yurdu hâline getirir.
Tarikat, şeriat-ı mutahharanın hâdimidir, yardımcısıdır. Abdest, temizlik, taharet, namaza hazırlık olduğu gibi; tarikat da kalbi temizleyip huzura hazırlar.
Bir insan zâhirini süslemek için Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz'in şeriatına; bâtınını ziynetlendirmek, iç dünyasını nurlandırmak için de tarikatına ittiba eylemelidir. Şeriatla dış nizam, tarikatla da iç nizam tesis edilir.
Tarikat-ı aliye'ye dehalet etmekten maksat, şeriatte inanılması gereken şeylere karşı yakîn hâsıl olmasıdır. Hakiki iman da budur.
Mesela Allah'ın varlığını önce işiterek inanan insan; bularak, anlayarak inanmaya başlar, imanı kemâle erer.
Diğer taraftan ibadetleri yapabilmek için nefs-i emmâreden ileri gelen güçlükler ortadan kalkar, ibadetler kolaylıkla ve seve seve yapılır.
İlim ve hakikat âleminde imanın kemâlleşmesine büyük bir âmil, zühd ve takvâ ile başlayıp olgun dimağlarda bir felsefe olan tasavvufun; bir takım müfsid telakkiler altında zan, nam ve menfaatler sebebiyle sâfiyeti ve aslı kaybettirilmeye çalışılmıştır.
Bu münevver yolun hakikat erleri din uğruna malları ile, canları ile, aç-susuz olarak sırf Allah için uğraşmışlar, hem ibadet, hem de mücadele-mücahede etmişler, bu surette İslâm birliğini bozacak en ufak bir fitnenin dahi meydan bulmamasına gayret sarfetmişlerdir.
Çünkü onlar Allah-u Teâlâ'nın biricik Habib-i Ekrem'i Muhammed Aleyhisselâm'ın ahlâkı ile ahlâklanmışlar, tabiatı ile tabiatlanmışlardır. Tam bir teslimiyet, kuvvetli bir iman ile bağlanmışlar, onun izini ve prensiplerini takip etmektedirler.
Bugünkü bu bunalım içinde hayat bulan yine onlardır. Huzur ve saâdet onlarda vardır.
Ey Vehhâbîler! Önünüze bunca Kelâmullah serildiği halde; hafife almanız, kendi zannınıza çevirmeniz, hükümsüz saymanız sizi doğrudan doğruya küfre götürür. İsterseniz küfrü tercih edin, isterseniz iman edin, Allah-u Teâlâ'nın emir ve hükümlerine tâbi olun.
Allah-u Teâlâ'nın bu kadar güzel beyanları olduğu halde insanları Allah yolundan alıkoymanız, onları sapıtmanız, Allah-u Teâlâ'nın dininden ayırıp Vehhâbîlik dinine sokmanız; hem Allah-u Teâlâ'yı gadaplandırmış olmaktadır, hem de hakikatten ayrılıp dalâlete sapmanıza sebep olmaktadır.